Artık kabul etmek gerekiyor; Türkiye aynen Japonya gibi bir deprem ülkesidir!
O yüzden herkes kendini buna göre ayarlamak ve bu gerçeği göz ardı etmeden yaşamak zorundadır.
Yaşadığımız bunca acıya rağmen böyle bir bilince sahip olduğumuzu ne yazık ki, düşünemiyorum.
17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerini Bolu’da yaşamıştım.
30 Ekim’de İzmir’de meydana gelen depremde Ege’deydim.
Deprem anında, daha önce yaşadıklarım film şeridi gibi gözlerimin önüne geldi.
Bolu, Düzce ve Adapazarı’nda yıkılan evleri, altından kurtarılmayı bekleyen canları, yaşanan mucizeleri ve hüzünlü bekleyişleri hatırlayınca yüreğim yerinden çıkacak gibi oldu.
Seferihisar merkezli deprem, İzmir’de özellikle Bayraklı’da büyük hasar yarattı.
Yurdun dört bir yanından yardım elleri İzmir’e uzansa da, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İlçe Belediyelerinin ekipleri anında enkaz altında kalanların imdadına koştular.
Deprem gerçeği ile ilk defa karşılaşanların gözlerinde, yaşlar ve korkular gördüm.
İnsani bir duygu olan korkuyu yaşamamak için, binaların sağlam yapılması gerektiğini hatırladım. Yıkılan binalarda ise, yapım hataları olduğuna şahit oldum.
Sizler de televizyonlarda izlediniz; Bir kürek darbesi ile kırılan betonlar, insanlarımıza yine mezar oldu. Bunca acı tecrübeye rağmen, şehirlerimizde hala böyle binaların olmasına inanamıyorum.
Her deprem sonrası olduğu gibi, İzmir’de de yıkılan binaların müteahhitleri kameralar önünde gözaltına alındı. Çıkarıldıkları mahkemede bir çoğu tutuklansa da, bazıları adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.
Sonuç ne olacak? Bekleyip hep birlikte göreceğiz…
***
İzmir bu süreçte tek yürek oldu…
İzmir, bir defa daha İzmir olduğunu gösterdi!
İzmirli işadamları açılan yardım kampanyalarına maddi destek verirken, otel sahipleri de barınma için otellerini depremzede ailelere tahsis ettiklerini açıkladılar. Depremde zarar görmeyen vatandaşlar ise evsiz kalan hemşehrileri için evlerini açtı.
İktidara geldiklerinden bu yana İzmir’den beklediklerini bir türlü alamayan AKP’nin bu deprem sonrası ne yapacağını doğrusu merak etmiştim. Suriyeli mültecilere Milyar Dolarları harcayan, son olarak Somali’nin IMF’ye olan borcunu üstlenen iktidar, İzmir için açıkladığı paket ile sınıfta kaldı. İzmirli yürekler kesenin ağzını açarak, merkezi hükümetten gelecek yardım parasını çoktan geride bıraktı.
Depremde konutları yıkılanlar için devlet kalıcı konutlar yapacak!
Orta hasarlı ve az hasarlı binalarda oturanlar, böyle bir haktan yararlanamayacak.
Bu binaların sahipleri, onarımları kendileri yaptırmak zorunda kalacak. Hele hele, aynı ada içinde bulundukları komşu binaların yerle bir olduğunu görenler kendi binaları için verilen “Hasarsız” raporundan son derece tedirginler!..
Ben bu tedirginliği çok iyi anlıyor ve hak veriyorum…
Çünkü bu filmi, 17 Ağustos depreminin ardından 12 Kasım Düzce depreminde izlemiştim.
17 Ağustos depreminden sonra Düzceliler sokaklara dökülmüşler, kurulan çadırlara sığınmışlardı. Ancak ABD Başkanı Clinton’un Türkiye’ye ziyareti öncesi dönemin Bolu Valisi tarafından evlerine girmeye zorlanmışlardı. O güne kadar çadırlarda yaşayan Düzceli depremzedeler korka korka evlerine girmişlerdi.
Peki, sonra ne oldu?
12 Kasım’da depremi kapıyı tekrar çalınca, Sayın Valinin “Sağlam” olarak gördüğü(!) o yorgun binalar insanlarımıza mezar oldu. O günün iktidarı, neredeyse isyan noktasına gelen Düzcelileri yatıştırabilmek için “Hadi sizi 81’nci ilimiz yapıyoruz” demek zorunda kalmışlardı.
Bu satırları işte o günün tecrübeleri ışığında yazıyorum.
Düzce’de yapılan hata İzmir’de yapılmamalı…
Uzmanlar “Deprem öldürmez, binalar öldürür” demişlerdi. Düzceli depremzedeleri o gün sağlam olduğu düşünülen binalar öldürdü. Bugün ekonomik tabloların altında zaten ezilmiş olan insanlarımıza “Evlerinizin tamirini siz yaptıracaksınız” denilmemeli.
Bunun için mutlaka bir formül üretilmeli. Ülkeyi yönetenler, sorumluluklarını unutmadan hareket ederek kendilerine yakışanı yapmalıdır.