Bu ülkede yazacak o kadar çok konu var ki;
Maalesef bu kadar konu arasından, her hafta siyaset yazınca birilerini kızdırıyorum.
Bana “Kendi hatıralarını yazsan ne olur?” Diyenlerden tutun da;
“Doğayı çiçekleri anlat” önerisinde bulunanlar bile oluyor.
Ben de şöyle düşünüyorum;
Hatıralarım, genel anlamda insanları ne derece ilgilendiriyor ki?
Doğayı, çiçekleri seviyorum. Ama insanlar geçim derdindeyken, ben bunları nasıl yazayım?
Hem bu konularda yazıyor olsam, insanlar benim için “Bu ne biçim adam. Gazeteciyim diyor. Ama bizim sıkıntılarımızdan hiç bahsetmiyor” demezler mi?
Evet sevgili dostlarım…
Vatandaşın nabzını tutmaya başladığınızda, ister istemez siyasete giriyorsunuz.
Sonra da birileri size kızıyor!
***
Gazetecilik mesleğinde 42’nci yıldayım…
Ömrümün yarısından fazlasını bu mesleğe verdim.
Bu işi, bir yerlerde itibar görmek ya da bir çıkar elde etmek için yapanlardan hiç olmadım!
Her zaman “Halkın düşünüp de söyleyemediği şeyleri yazabilmeyi” kendime ilke edindim.
Yeri geldiğinde, Suya, sabuna dokunmaktan çekinmedim.
Yeri geldiğinde, Kral çıplak demekten korkmadım.
Çünkü, bu meslekte Milli Mücadeleye karşı çıkan Gazeteci Ali Kemalleri değil, düşmana ilk kurşunu sıkacak kadar yürekli Hasan Tahsinleri örnek aldım.
Mesleğe kazandırdığım gazetecilerin dik duruşları ise benim her zaman gururum oldu.
Bugün çok önemli bir mevkide görev yapan, kendisini de oğlum gibi sevdiğim, ancak burada ismini yazmak istemediğim biri var ki; “Oğuz abi, ben de sizin gibi durum ve şartlara göre yamulmuyorum. Herkesin yamulduğu anda, benim dik duruşumu görenler bana ‘Oğuzlaşma’ diyorlar. İşte o an size benzemekten gurur duyuyorum” demesi, benim için her şeye bedel oluyor.
***
Bu meslek sahipleri, yürekli oldukları kadar dürüst ve hoşgörülü olmayı da bilmeleri gerekir.
Eleştirilerinde ölçülü olurken, saygı ve nezakette ise üst noktalarda sınırsız olmayı becerebilmelidir.
İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesinde ders verdiğim 6 yıl boyunca öğrencilerime hep bunu aşılamaya çalıştım. Hemen hemen, her dersin bitiminde öğrencilerimin benimle ilgili değerlendirme yapmalarını ve beni eleştirilerini istedim. Hatta ve hatta onları yazdıkları notların altına isim yazıp yazmama noktasında da serbest bıraktım.
Çünkü, bir İletişim Fakültesi öğrencisi, hocasını eleştiremiyorsa yarın mesleğe atıldığında kimi eleştirebilir? Diye düşündüm.
Çok doğru düşünmüşüm…
Haftalardır yazdıklarım eski bir öğrencimi (Fatih K.) biraz üzmüş olacak ki; bana Whatsapp üzerinden ulaştı.
Öğrencilik dönemlerinde olduğu gibi saygısını, nezaketini kaybetmeden;
“Hocam ben size tek şey soracağım. Tüm samimiyetinizle cevabınızı bekliyorum. Geçmiş dönemlerde bundan daha iyi ülke yöneten kim vardı? Veya şu an yönetime talip olup da, yönetebilecek lider gösterebilir misiniz?” diye yazmış. Beni memnun etti.
Sonra da beni telefonla da arayacağını ifade etmiş.
Ama henüz aramadı.
***
Şimdi mecburen yazıyorum…
Öncelikle ifade etmem gerekir ki; İçinde bulunduğumuz her ne sıkıntı varsa, vebali elbette iktidarda olanlarındır. Dinimizde bile bu böyle tanımlanırken, eleştirilerin iktidara yönelik olması da son derece doğaldır.
Çünkü yönetme iddiasıyla öne çıkanlar, bu sorumluluğu alanlar, milleti daha yüksek refah şartlarına taşımak zorundadır. Eğer verdikleri kararlardan dolayı insanlar kötü duruma düşüyor ve sıkıntı yaşıyorsa, bu sorumluluklarından kaçamazlar.
Eleştirilerden elbette kurtulamazlar.
İnsanların eleştirileri bir tarafa, bu duruma düşmüş bir iktidar Allah katında kul hakkı almaya başlamış demektir.
Bugün ülkemizde büyük sıkıntılar yaşıyoruz.
Pandemi var, işsizlik var, hayat pahalılığı var.
Daha da önemlisi adam kayırmacılığı var!
Bütün bunlardan dolayı milletin ağzını bıçak açmıyor.
Pandemi sürecinde 5 maskeyi dağıtamayanlar, AKP kongrelerinde salonların doluluğu ile övünürken, esnafların kepenklerini kapalı tutturarak önlem aldıklarını(!) düşünüyorlar…
Alım gücü düşen vatandaşlar, filelerini dolduramayıp tencerelerinde ne kaynatacağını kara kara düşünürken, saraylarda köşklerde oturanlar itibardan taviz vermiyorlar!
Üniversite mezunu gençlerimizin iş bulma umutlarının tükendiği bir dönemde, birileri kolayca iş bulup bir kaç yerden maaşa bağlanabiliyorsa ne diyeceğiz?
Gara’da 13 asker ve polisimizin şehit olmasıyla sonuçlanan operasyonun sorumluluğu Cumhurbaşkanı tarafından, kendisi ile birlikte bütün Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu söyleniyorsa, diyecek bir şey kalıyor mu?
Sevgili öğrencim Fatih, “Geçmiş dönemlerde bundan daha iyi ülke yöneten kim vardı?” Diye de sorduğu için söylüyorum.
Paramparça olmuş bir imparatorluk batılılar tarafından paylaşılmak üzereyken, sefalet içindeki bir milletin önüne düşüp Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurma başarısını gösteren ve dünyayı kendisine hayran bırakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü gösteriyorum.
Atatürk “Toplumsal gelişmenin de, çürümenin de temelinde yöneticilerin tavırları yatar” diyor.
Bunu dinimiz de böyle söylüyor!
Bu haftaki yazımı bir Çin Atasözü ile bitirmek istiyorum;
Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, ona öğretin;
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, onu uyandırın;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, ondan sakının;
Bilen ve bildiğini bilen liderdir, onu takip edin.
Liderlik ve Başkomutanlık mı? dediniz…
Bu ünvanlar en çok Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’e yakışıyor.
İşte onun için, onu izliyoruz ve onun yerine de kimseyi sevemiyoruz!