Bilimsel bulgulara göre Sanayi Devrimi sonrasında insanlık tarafından kurulan yeni düzen, küresel iklimi önceki dönemlerde eşine rastlanmadığı kadar radikal bir biçimde değiştirdi. Karbon ve metan dahil olmak üzere atmosferdeki sera gazları geçtiğimiz iki yüzyıl içerisinde son 800.000 yılın en yüksek seviyelerine geldi.
Sanayileşme öncesi ortalama 280 ppm seviyesinde seyreden ve 300 ppm’i asla aşmayan global atmosferik CO2 yoğunluğu, 1980’li yıllara gelindiğinde 350 ppm, günümüzde ise 400 ppm seviyesini geçti. Küresel ısınmanın maliyeti birikimli olarak artmaya, çeşitli disiplinlerden bilim insanları ise bu konuda uyarılar yapmaya devam ediyor.
Birleşmiş Milletler’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2018 yılında “1.5°C’lik Küresel Isınma Özel Raporu”nu yayımladı.
Bu rapor küresel sıcaklık artışını yüzyılın sonuna kadar, sanayi-öncesi dönem (1850-1900 dönemi referans alınarak) sıcaklığının 1.5°C fazlası ile sınırlayarak iklim dengesinin geri dönülemez düzeyde tahrip olmasını engellemeyi hedefliyor; 1.5°C ile uyumlu emisyon patikalarını ve gerekli sistemik dönüşümleri modelliyor.
IPCC’ye göre gezegenimizin küresel ortalama sıcaklıkta 2°C’lik bir artışı %50 engelleme şansı olabilmesi için, seragazı konsantrasyonunun 450 ppm (parts per million) karbon eşdeğerinde sabitlenmesi gerekiyor. Maalesef Hawaii’de bulunan Mauna Loa Gözlemevi kayıtlarına göre bu gösterge şu an bile 415 ppm civarında seyrediyor.
Dahası, 1.5°C’lik sıcaklık artışıyla sınırlı kalabilmek için tüm dünyada 2030’da kömür kaynaklı enerji üretiminin yüzde 80 oranında azalmış olması, 2040‘ta da tamamen son bulması gerekiyor.
Bunlar konunun teknik boyutunu oluşturuyor, fakat iklim değişikliği tehdidi ve etkileri, sadece fizik ve aritmetikle öngörülebilecek birer teknik meseleden ibaret değil. Burada da özetleyeceğimiz gibi dünyada ve ülkemizde önemli iktisadi etkileri görülecek, hatta görülmeye başlamış bir krizden bahsediyoruz.
Makroekonomik etkiler
OECD’nin 2014 yılında yayımladığı “The Upcoming Slow Down of the Global Economy in the Next 60 Years” başlıklı rapor, endüstriyel prosesler ve fosil yakıtların kullanımından kaynaklı seragazı emisyonlarının 2060 yılında iki katına çıkacak olmasının –örneğin- Asya ülkelerinin büyüme oranında %5’lik bir yavaşlamayı beraberinde getireceğini söylüyor.
Benzer şekilde dünya ekonomisinin ortalama yıllık büyüme oranını 2014-30 için öngörülen %3.6’dan 2030-60 için %2.7’ye gerileteceğini bulguluyor. Bu karamsar projeksiyonların arkasında tarımsal çıktı azalışı, su kıtlığı, yeni bakterilerin artışı, çeşitli hastalıkların yayılması vb. iklim değişikliği kaynaklı etkenler yer alıyor.
IMF’nin Ekim 2019’da yayımladığı bir çalışmada ise (Kahn vd. 2019), 174 ülke için 1960-2014 dönemi inceleniyor ve kişi başı reel üretim artışının kalıcı sıcaklık farklılıklarından olumsuz etkilendiğini bulunuyor. Burada sıcaklık değişimi ile tarihsel sıcaklık ortalamalarından artı veya eksi yönde sapmalar kastediliyor.
Çalışmaya göre küresel sıcaklıkta 2100 yılına kadar yıllık 0.04°C’lik kalıcı artışlar -azaltım politikalarının olmadığı bir dünyada- küresel reel hasılayı 2100 yılında %7’den daha fazla düşürecek. Bunun aksine Paris Anlaşması’na uymak ve sıcaklık artışını yıllık 0.01°C ile kısıtlamak küresel reel hasıladaki düşüşü %1 civarında sınırlı tutabilecek.
Tabii bu sonuçlar ülkeler özelinde farklılık gösteriyor. Raporda ABD’nin 48 eyaleti için 1963-2016 dönemi incelendiğinde iklim değişikliğinin reel hasılaya, endüstriyel üretime, emek verimliliğine ve istihdama uzun erimli negative sonuçları olacağı görülüyor.
Çok daha yakın zamanda yayımlanan McKinsey Raporu (Ocak 2020)’na göre ise kişi başına düşen milli geliri daha düşük olan ülke ve bölgeler genel olarak daha büyük makroekonomik risk altında. Bunun arkasında yatan etmenler arasında yoksul bölgelerin genellikle fiziksel eşiklere yakın seyreden iklimlere sahip olması yer alıyor.
Örneğin bu bölgeler çoğunlukla açık havada yapılan, sıcağa maruz kalınan ve/veya doğal kaynak yoğun işlerle/sektörlerle uğraşıyorlar. Yine bu yoksul bölgelerin iklim adaptasyonu için yeterli finansal araca erişimi yok. Öte yandan ayn rapor, iklim değişikliğinin bazı ülkeler için -2050’ye uzanan ufukta- faydalı olabileceğini bulguluyor.
Örneğin Kanada’nın tarımsal verimi bu sayede artabilir veya İsveç, Finlandiya gibi kuzey ülkelerinde iklim değişikliğine bağlı su stresi ya da kuraklık yaşanmayabilir.
Rapora göre Türkiye incelenen dönemde (2050’ye kadar) Mısır, İran ve Meksika ile birlikte iklim değişikliğine bağlı olarak en çok su stresi yaşayacak ülkelerden biri. Bu hem ülkemizde yaşanabilirliği, hem kuraklıkla ilişkili olarak gıda sistemlerini, hem de tarım arazileri ile birlikte doğal kaynakların kullanılabilirliğini önemli ölçüde riske sokacak.
Sektörel etkiler
McKinsey Raporu (Ocak 2020) seçilmiş ülkelerde sektörlerin girdi-çıktı ilişkilerini analiz ederek olası iklim değişikliği senaryolarından nasıl etkileneceklerini örnekliyor. Aşağıda bu örneklere yer vereceğiz.
İmalat, ulaştırma, madencilik, inşaat sektörlerine etkiler
2017 itibariyle Hindistan’da sıcak havaya maruz kalınarak yapılması gereken işler milli gelirin %50’sini oluşturuyor ve işgücünün %75’ini absorbe ediyordu ki bu yaklaşık 380 milyon insan demekti. Fakat Hindistan’ın bazı bölgeleri kritik sıcaklık eşiklerini aşmaya çok yakın sıcaklık göstergelerine sahip.
Bu koşullar çalışmayı daha da zor kılıyor. 2030’a gelindiğinde iklim değişikliğinden kaynaklı kayıp çalışma günleri (sıcağa maruz kalınan çalışma) ve verimlilik azalışları milli gelirin %2.5’u ile %4.5’u arasında bir payını kayba uğratabilir, bu da doğrudan bu sektörlerde çalışan insanları işsiz bırakabilir.
Burada sözü geçen sıcağa maruz kalınan işleri kapsayan sektörler dış mekanda tarım, madencilik ve taşocakçılığı, inşaat, ulaştırma ile iç mekanda daha az hava nüfuz eden ortamlarda yapılan imalat ve yine iç mekana bağlı kalınan konaklama endüstrisi.
Rapor her ne kadar gelecek öngörülerinde bulunsa da Hindistan’da iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı sıcaklara bağlı olarak tarım ve imalat sektörlerinden başka sektörlere istihdam kaymaları başladı bile.
Rapor aynı zamanda yine girdi-çıktı bağlantılarını analiz ederek fiziksel sermaye varlıklarına olacak olan etkileri de inceliyor. Bunun için seçilen örnek bölgelerden biri Florida, diğeri ise Çin’in güneydoğusu. Florida’yı etkileyen iklim değişikliği kaynaklı büyük ölçekli kasırgaların ve bunların oluşturduğu sellerin 2040’a gelindiğinde en az iki kat, hatta dört kata kadar sıklaşması bekleniyor.
Böyle bir senaryoda, örneğin yarı iletkenlerin imalatını yapan firmalar doğrudan etkilenebilir ve aylarca üretim yapamaz hale gelebilir. Bu senaryoya hazırlıksız yakalanan yarı iletken girdi kullanan firmalar, hele de tampon stok bulundurmadılarsa, sigortaları yoksa ya da alternative tedarikçileri mevcut değilse, felaketin gerçekleştiği yıl %35’lere varan gelir kayıpları verebilirler.
Benzer bir şekilde Güneydoğu Çin’de nadir bulunan toprak elementlerinin çıkartıldığı madenleri işlevsiz bırakabilecek ve yolları kapatabilecek kadar aşırı yağışa maruz kalma ihtimali 2030’a gelindiğinde %4’e, 2050’de %6’ya çıkacak. Böyle bir senaryoda oluşacak üretim kayıpları sadece o madenlerle sınırlı kalmayacak, değer zinciri içinde onları girdi olarak kullanan tüm sektörleri etkileyecek, fiyatları arttıracak.
Tarım ve gıdaya etkiler
- 2015 yılında Afrika’nın güneyinde yaşanan kuraklık sonucu tarımsal çıktının %15 azaldığı kaydedildi. Bu olayların sıklaşacağı düşünülürse tarımın epeyce sekteye uğrayacağı aşikâr.
- 2050’ye uzanan ufukta, herhangi bir yılda buğday, mısır, soya ve pirinçte %10’dan daha fazla verim düşüşü kaydedilme ihtimali %6’dan %18’e çıkmış olacak. Bazı bölgelerde (Rusya ve Avrupa’nın genelinde olduğu gibi) verim kazanımları beklense de küresel ölçekte iklim değişikliği ve küresel ısınma tarımın aleyhine işleyecek.
- 2100 yılına kadar sıcaklık 1.5°C artarsa, ortalama mahsul verimi mısırda %6 oranında düşecek. Bu düşüş 2°C’lik bir ısınmada %9’u bulacak (WWF-Türkiye).
- McKinsey Raporu (Ocak 2020)’na göre okyanusların ısınması balık verimini azaltacak, bu da dünyada balıkçılıkla geçinen 650 milyon-800 milyon insanın geçimini, dirliğini etkileyecek.
Turizme etkiler
Fırtına, kasırga ve aşırı hava olaylarının artması, bunlardan etkilenen bölgelerde turizmin zarar görmesine neden olmaktadır.
- Deniz seviyelerinin yükselmesi, kıyılardaki kara alanlarını küçültmekte ve turizmle geçinen bazı ada devletlerini şimdiden tehdit etmektedir.
- Yine küresel ısınmanın beraberinde getirdiği kuraklık, salgın hastalıklar ve sıcak hava dalgaları turizmi etkileyebilecek, turistleri o destinasyonlardan uzak tutabilecek olaylardır.
- Küresel ısınma, kayak merkezlerindeki kar miktarını azaltabilir, böylelikle kayak sezonunu kısaltabilir.
- Halihazırda sıcak olarak bilinen Asya ve Akdeniz’in tatil bölgelerindeki sıcaklığı iyice arttırarak, salgın hastalıklar ve su kıtlığı gibi korkuları da tetikleyerek turistleri bu bölgelerden uzaklaştırabilir.
- Yağmur ormanları ile mercan resifleri, küresel iklim değişikliğine karşı korunmasız olan diğer turizm alanlarındandır. Örneğin küresel ısınma ve okyanus asitlenmesi sonucu denizlerde yüksek sıcaklık vb. streslerle karşı karşıya kalan mercanlar beyazlaşır ve türleri tehlike altına girer.
Altyapıya ve taşınmaz varlıklara etkiler
Sigorta şirketleri deniz seviyesindeki bir metrelik bir yükselmenin kıyılardaki yapılaşmaya ne kadar zarar verebileceğini veya bu zararı önlemek için alınması gereken önlemlerin bedelini yıllardır çalışıyorlar. McKinsey Raporu (Ocak 2020) bunun gibi iklim değişikliği kaynaklı altyapı bozulmasının olası maliyetlerini aşağıdaki gibi örnekliyor:
- Ho Chi Minh City’de oluşacak sellerin altyapıya maliyeti bugünkü 200 milyon $-300 milyon $ civarından 2050’de 500 milyon $-1 milyar $’a çıkacak. Sellerin zincirleme etkileriyle oluşacak maliyet ise bugün 100 million $-400 million $’dan 2050’de 1.5 milyar $-8.5 milyar $’a ulaşabilecek.
- İklim değişikliği kaynaklı riskleri doğru bilmek taşınmaz sermaye varlıklarını yeniden değerlemeyi gerektirebilir, çünkü bu riskler dağıtılacak kredilerin faizini, erişilebilirliğini etkiler. McKinsey Raporu (Ocak 2020)’na göre örneğin Florida’da geçmiş sel deneyimlerine bakılarak 2050 için yapılan hesaplamalarda selden kaynaklı hasar sele maruz kalan evlerin değerini 30 milyar $-80 milyar $’a kadar (veya %15-%35 civarında) düşürebilir.
Toplumlara ve sağlığa etkiler
İklim değişikliğinin insanlar üzerindeki küresel sosyo-ekonomik ve sağlık boyutları 2030’a gelindiğinde göz ardı edilemez olacak.
- McKinsey Raporu (Ocak 2020)’na göre RCP 8.5 senaryosu altında, Hindistan’da ısı ve nem arttıkça 2030’da 160 milyon-200 milyon civarında insan, yılda ortalama %5 ihtimalle “sıcak dalgası” tecrübe edecek olan bölgelerde yaşayacak. Herhangi bir uyum politikası ile cevap verilmezse bu durum sağlıklı bir insan için hayatta kalabilirlik eşiğini aşan bir boyut oluşturacak.
- 2050’de, RCP 8.5 senaryosu altında, ölümcül sıcak dalgalarının gerçekleştği alanlarda yaşayan insanların sayısı 700 milyon -1.2 milyara çıkacak.
- 2019’da Avrupa’da yaşanan sıcak dalgasına bağlı olarak sadece Fransa’da 1,500 ölüm gerçekleşti. Küresel ısınmanın artmasıyla bu gibi vakaların artacağı tahmin edilebilir.
- Aşırı sıcak ve nem yüzünden kaybedilen yıllık “dışarda çalışma saati” oranı, buna maruz kalan bölgelerde bugünkü %10’dan 2050’de %15-%20 düzeylerine çıkacak (McKinsey Raporu, 2020).
Peki, ne yapmalı?
IPCC raporuna göre küresel ısınmayı 1.5°C’de tutabilmek için 15 yıldan az bir sürede fosil yakıt kullanımının yarı yarıya azaltılması, 30 yıl içinde tamamen terk edilmesi gerekiyor. Bununla birlikte atılabilecek adımlar sayısız. Örnekler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
- Yenilenebilir enerjiye yönelmek
- Fosil yakıtları teşvik etmemek
- Karbon emisyonunun önemli kaynakları olan bütün sektörlerin önümüzdeki dönemde dönüştürmek
- Ormanlık alanları geliştirmek
- Karbon salımına “kirleten öder” prensibi çerçevesinde yaptırım getirmek
- Enerji verimliliğini arttırmak
- Ulaşımda demiryolu, kombine taşımacılık gibi daha düşük karbon emisyonuna neden olan taşımacılık yöntemlerini geliştirmek
- Tüketim kalıplarını değiştirmek
Türkiye özelinde “ne yapmalı” sorusuna vereceğimiz cevaplar da yukarıdakilerden farklı değil.
“Yeşil kalkınma patikası” olarak adlandırdığımız ve daha düşük emisyonlu, daha eşitlikçi bir büyüme yolu izleyen, daha çok ve insana yaraşır iş yaratan bir ekonomi için yaptığımız model denemesi 2018’de yayımlanan “Macroeconomics of Climate Change in a Dualistic Economy: A Regional General Equilibrium Analysis” başlıklı kitabımızdan incelenebilir (Acar, Voyvoda, Yeldan, 2018). İklim değişikliği ile mücadeleye karar verildiğinde kullanılabilecek politika araçları belli; yeter ki niyet gerçekçi ve samimi olsun.
Kaynak: https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/ekonomik-arastirmalari-merkezi/iklim-degisikliginin-ekonomik-etkileri-Doç. Dr. Sevil Acar
HABER: BÜLENT ÖZGEN
IPCC, 2018. Global Warming of 1.5°C. An IPCC Special Report on the impacts of global warming of 1.5°C above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and efforts to eradicate poverty. World Meteorological Organization, Geneva, Switzerland