Cuma, Nisan 19, 2024
Semercioglu Zeytincilik
Ana SayfaÇevreAkdeniz’in en az üçte biri etkin şekilde korunmalı

Akdeniz’in en az üçte biri etkin şekilde korunmalı

Kuzey Ormanları Savunması ve Türkiye Ormancılar Derneği ev sahipliğinde gerçekleşen Kuraklık ve Su Krizi Çalıştayı’nda konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu ve TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Murat Türkeş, iklim değişikliğine ne Türkiye’nin ne de dünyanın hazır olmadığını vurgulayarak, “Türkiye’nin ne Katar’a ne de siyanürlü maden çıkarmaya verecek suyu yok.” dedi.

Atlantic bluefin tuna (Thunnus thynnus) feeding in the Mediterranean Sea.

Türkiye’nin halen bir su yasasının olmaması, yanlış arazi yapılanması, ekosisteme dair eksik bilgiler sebebiyle yapılan mühendislik hataları, vahşi sulama, yanlış tarım uygulamaları ve doğayı tahrip eden mega projeler; çalıştayda öne çıkan konular oldu. 

“Gelecekte Dünyayı Çok Kurak ve Sıcak Bir İklim Bekliyor” 

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu ve TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Murat Türkeş, çalıştayda ‘İklim Değişikliği ve Kuraklık’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. İklim değişikliğine karşı verilecek mücadelede orman varlıklarına dolayısıyla ağaç dikiminin önemine dikkat çeken Türkeş, sıcaklık artışlarının önümüzdeki 50 yılda da devam edeceğini söyledi. Türkeş; “Gelecekte dünyayı çok daha kurak bir iklimin bekliyor. Doğu Akdeniz özelinde bakarsak ise önümüzdeki 30 ila 50 yıl içerisinde çok daha sıcak ve kurak bir dönem yaşanacak” dedi.

“Türkiye’nin Katar’a ya da Siyanürlü Maden Çıkarmaya Verecek Suyu Yok”

Türkeş’e göre iklim değişikliğine henüz ne Türkiye ne de dünya yeterince hazır. Türkeş, Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığına vurgu yapıyor ve bu alandaki çalışmaların bir an evvel başlatılması gerektiğini söylüyor: “İklim değişikliğine uyum dünyada henüz başarılı bir mücadele boyutunda değil. Uyum ve adaptasyon programları ve bunlara uygun planlar stratejik olarak önceden belirlenmeli. Türkiye’nin su iklimi, su zengini olmadığımızı gösteriyor. Karadeniz Bölgesi dışında yıl boyunca yağış alan bir bölgemiz yok. Türkiye su zengini bir ülke değildir. Türkiye’nin ne Katar’a ne de siyanürlü maden çıkarmaya verecek suyu yok.”

“Ekosistemler Korunmazsa Biyolojik Çeşitlilik Kaybolacak”

Prof. Dr. Doğanay Tolunay, “Kuraklık ve Ekosistemler” başlığını taşıyan konuşmasına “Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği ile övünüyoruz ama eğer biz su ekosistemlerimizi korumazsak bunu kaybedeceğiz” uyarısıyla başladı. Tolunay; özellikle doğrudan suya bağımlı canlıların büyük tehdit altında olduklarını söylerken sulak alanlardaki su kayıplarının ya da kirliliğin su canlılarını olumsuz etkilediğine vurgu yapıyor. 

Tolunay’a göre ekosistemleri tanımamak, Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri. Tolunay, mühendislik adı altındaki çözümlerle dere ıslahı ya da ekosistem ıslahı yapıldığını ama bu uygulamaların doğru olmadığının altını çiziyor. Su canlılarının yanında sulak alanlarda yaşayan kuş türlerinin de tehlikede olduğunu söyleyen Tolunay; “Sulak alanların kuruması sonucu sazlıklar kuruyabilir, sazlık yangınları çıkabilir. Sazlıklarda yuva yapan çok sayıda kuş türümüz var. Türkiye’de 480-485 civarında kuş türü var ve bunların bir kısmı sazlıklarda yaşıyor. Sulak alanları kurursa bu kuşlar da yuva yapma, beslenme alanlarını kaybedeceklerdir. 2020 yılı çok kurak geçtiği için başta Antalya, Muğla olmak üzere birçok yerde sazlık yangınları çıktı” diyor. 

“Kuraklık Riskinin Orman Ekosistemi Üstünde Etkisi Büyük”
türkiyenin su tüketimi

Sulak alanları kaybolursa kara hayvanlarının da en yakın su kaynağına göç etmek zorunda kalacağına değinen Tolunay, suyun tüm ekosistemin hakkı olduğunu söylüyor. Tolunay; suyun orman ekosistemine etkileri üzerine şu değerlendirmeleri yapıyor: “Kuraklık riskinin orman ekosistemi üzerinde de büyük etkileri var. Kurak dönemlerde ağaçlar zamanından önce yaprak döktükleri için ormanda toprak üstünde biriken kuru yaprak gibi maddelerin artmasına, dolayısıyla yanıcı madde miktarının artmasına da yol açmaktadır. Böylece ormanlardaki yangın riski de yükselmektedir. Nitekim 2020 yılına baktığımızda önceki yıllara göre çok daha fazla orman yangını çıktığını görüyoruz. Özellikle ağustos-ekim arasındaki kuraklık haritasıyla o tarihlerdeki orman yangınları haritaları aradaki ilişkiyi ortaya koyuyor.”

“Su Tasarrufu Kültürü Oluşturulmalı”

Tolunay’ın su krizi ve kuraklık riskine karşı önerileri ise şöyle: “Yıllık su bütçesi planları yapılmalı. Ne yazık ki Türkiye’de ne kadar kullanılabilir suyumuz olduğunu bilmiyoruz. DSİ, Türkiye’nin 112 milyar metreküp suyu olduğunu açıklıyor ama bu hesaplama yanlış. Çünkü bu hesabı yaparken meteoroloji istasyonlarının ortalaması olan 645 milimetre yağış ortalamasından aldı ama Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir çalışma alansal yağışları hesaba katarak, Türkiye’nin alansal yağış ortalamasını 574 milimetre görüyor ve buna göre de Türkiye’ye yağışlarla gelen toplam su miktarı yıllık ortalama 448 milyar metreküp. DSİ buna 501 milyar metreküp diyor.

Arada yüzde 10’luk bir fark var. Su tasarrufu kültürü oluşturulmalı. Su tasarrufu için sektörel su tüketim durumları analiz edilmeli ve su tüketimi fazla olan sektörlere odaklanılmalı. Arazi kullanım planlaması yapılmalı.”

“En Temel Sorun, Yanlış Arazi Planlaması”

İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Havza Yönetimi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Yusuf Serengil, konuşmasında arazi planlamasının önemine vurgu yaptı. Serengil; “Türkiye’de nüfusun yayılışı homojen değil. Bu da bize su kaynakları ile nüfusun dağılımı arasında doğru bir orantı olmadığını gösteriyor. Burada bize gereken şey, doğru bir arazi planlaması. Türkiye’de arazi planlaması çoğunlukla yapılmıyor, yapılsa da doğru biçimde uygulanmıyor.

Örneğin yakın zamanda büyük bir araba fabrikası yatırımı yapıldı ve bunun için seçilen yer yine Bursa oldu. Bursa zaten otomobil sektörünün çok yoğun olduğu bir şehir. Artık bu sektör için başka şehirlere yatırım yapmak gerekirken yine burası seçiliyor. Bu da doğal olarak nüfusun belli yerlerde yoğunlaşmasına neden oluyor. Su sorununun temel kaynağı da bu” diyerek çarpık kentleşme, arazi planlamasındaki yanlışlıklar ve plansız nüfus artışını, su sorununun temeline oturtuyor. 

“İstanbul’da Su İsrafı Var Diyemeyiz”

İstanbul’da su arzının her yıl artış gösterdiğini söyleyen Serengil; “Şu an günde 2,5 – 3 milyon metreküp su talebi var. Türk insanı aslında az su kullanıyor. Gerek su ayak izi gerekse karbon ayak izimiz Avrupa ya da Amerika’ya kıyasla çok az.  İstanbul’da su israfı yapılıyor diyemeyiz, mesele insanların ve sanayinin İstanbul’da yoğunlaşmasıyla ilgili. Kuraklık bizi konuya yönlendiren bir indikatör ama gerçek sorun arazinin yanlış planlanması ve bu kadar kişinin büyük bir şehre doluşması…” diyor.

Son olarak kapıya dayanan kuraklığa değinen Serengil; “2020-2039 dönemi için en pozitif senaryo olan RCP 2,6 senaryosuna göre bile tüm model çıktılarının ortalamasını alırsanız ortalama 15,08 milimetre azalma bekleniyor. Bizi bekleyen esas kuraklık önümüzdeki yıllarda gelebilir” sözleriyle gelecek öngörülerini paylaştı. 

“40 Yılda Üç Van Gölü Kaybettik”

Türk Tabipler Birliği Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu üyesi Dr. Ahmet Soysal, Sağlık ve Su Hakkı başlıklı konuşmasına Türkiye’nin su stresi içindeki bir ülke olduğu, çok yakında da su fakiri konumuna düşeceğini söyleyerek başladı. 

Dünyadaki suların sadece yüzde 2,6’sı tatlı su olduğunu söyleyen Soysal, içilebilir nitelikteki toplam su miktarının yüzde 1 olduğunu aktardığı konuşmasına Dünya Sağlık Örgütü ve Türkiye’nin su kaynaklarıyla ilgili verilerle devam etti: “DSÖ’ye göre her yıl 250 milyon insan kirli sularla bulaşan hastalıklar yakalanıyor ve yaklaşık 5 milyon kişi bu sebeple yaşamını kaybediyor. Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metreküp olup, bunun yüzde 16’sı içme ve evde kullanma amaçlı, yüzde 72’si tarımsal sulama amaçlı, yüzde 12’si de sanayi amacı olarak tüketiliyor. Türkiye son 40 yıl içerisinde üç Van Gölü büyüklüğüne denk gelen 1 milyon 300 bin hektarlık alan kaybedilmiş durumda.”

Soysal, Kanada ve İzlanda gibi yıllık kişi başına düşen su miktarı 10 bin metreküpten fazla olan ülkelerin su zengini ülkeler olarak kabul edildiğini, Avrupa ülkelerinin yıllık kişi başına düşen 3 bin ila 10 bin metreküp su miktarıyla yeterli suyu olan ülkeler arasında geldiğini, Türkiye’nin ise 1400 metreküplük su hacmiyle su sıkıntısı olan ülkeler içinde olduğunu söyledi. 

“Paris İklim Anlaşması Hemen Yürürlüğe Girmeli”

Soysal’ın su krizi için sıraladığı öneriler, şunları içeriyor: “Düşük maliyetli temiz ve güvenli suya ulaşabilmek ve su kaynaklarının kirlenmemesi için uluslararası ve ulusal programlar belirlemek gerekiyor. Su kaynaklarının bozulmasını önlemek için sanitasyon olanaklarının sağlanabilmesi için uluslararası, ulusal ve bölgesel programlar izlenmeli. Atıklar ve sağlık ilişkisini de içeren su kaynakları ile ilgili araştırmalar yapılmalı. Türkiye küresel iklim değişikliği ile ilgili imzaladığı ancak meclisin hala onaylamadığı Paris İklim Anlaşması’nın tüm yasal zorunluluklarını yerine getirmeli.

İzmir’in tek su toplama havzası olan Tahtalı Havzası 2020’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından imara açıldı. Kanal İstanbul projesi, üçüncü köprü ve otoyollar, İstanbul’un su havzalarını yok ediyor. Türkiye’deki tüm su toplama havzaları, imara, endüstriye ve madenciliğe kapatılmalı. Havzalar arası su transferi tekrar tüm taraflarca tartışılmalı. Havza yönetimleri yerel yönetimlere bırakılmalı. Kişi başına yeterli ve düşük ücretli su sağlandıktan sonra tasarruf çağrısı yapılmalı.”

“Acil Eylem Planı Hazırlanmalı ve Uygulanmalı”

Sanayi ve Su Krizi TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’ndan Bahar Yünyeli de sanayi ve su krizine bakan bir konuşma yaptı. Türkiye’nin 1990-2010 yılları arasında, tüketilen toplam su miktarında yüzde 40 oranında bir artış olduğunu söyleyen Yünyeli, önümüzdeki 25 yıl içinde ülkenin ihtiyaç duyacağı su miktarının, bugünkü su tüketiminin üç katı olacağını öngördüklerini ifade etti. 

Yünyeli; “Dünya genelinde bölgeden bölgeye değişmekle birlikte su kaynaklarının yaklaşık yüzde 20’si sanayi amacıyla kullanılıyor. Ancak sanayi için çekilen su, genelde enerji tüketimi olarak belirtilmekte ve küçük sanayilerde kullanılan su, evsel su kullanımına dahil olmakta. Bu nedenle sanayide su kullanımının gerçek rakamlarını bilemiyoruz” diyor

Yünyeli de su krizine girmeden alınacak önlemlerle ilgili görüş ve önerilerini belirtirken yerel yönetim ve bakanlıklarla iş birliği halinde ilerlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor: “Gerek toplumda gerekse sanayi kollarında su bilinci artırılmalı, su ayak izinin takibi sağlanmalı. Yerel yönetim ve bakanlıklarla acil eylem planları hazırlanmalı. Bu planın kısa sürede yürürlüğe sokulması çok önemli. Fazla su harcamalarını önlemek için farklı fiyatlandırma politikaları izlenmeli.”

“Su Sorununun Çözümü İçin Paradigma Değişikliği Şart”

Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Murat Kapıkıran, su krizinin tarım faaliyetleri üzerindeki etkileriyle ilgili bir sunum yaptı. Kapıkıran sözlerine konu özelindeki paradigma değişikliği ile başladı: “Kuraklıkla ilgili hem tarıma hem de su kullanımına ilişkin bir paradigma değişikliği olduğunu düşünüyorum.

Eğer bir sahiplik ilişkisi varsa suyun sahibi doğadır. Ağaçlar, ormanlar, bitkiler, balıklar… 60’lı yıllardan bu yana dünyada çevre çalışmalarında paradigma değişip insan merkezli olmaktan ekosistem merkezli olmaya döndüyse, su kullanımında da insan merkezli olarak düşünmekten vazgeçmek gerekiyor. Bundan vazgeçtiğimiz anda çözümler ortaya çıkacaktır.”

Son 60 yılda Türkiye’de 70 gölün kuruduğunu, Marmara Denizi büyüklüğünde suyun kullanım dışı kaldığını biliyoruz” diyen Kapıkıran’a göre Türkiye’nin esas sorunu tatlı su kaynaklarının azalması. 

“Su Tarım Yılı Verilerinde Ciddi Düşüşler Var”

Tarım yıllığı ve su tarım yılı kavramları hakkında bilgiler paylaşan Kapıkıran, Türkiye’nin tarım su yıllarındaki miktarlarda düşüşler gözlemlendiğini söyledi. Kapıkıran; “Tarım yıllığı, 1 Eylül’den bir sonraki yılın 1 Eylül’üne dek geçen süreyi ifade eder. Ama bir de su tarım yılı diye bir kavram vardır; o da bir önceki yılın 1 Ekim-31 Aralık tarihlerini kapsar. Yani 2021 su tarım yılı için 2020’nin son üç aylık yağış verileri esas alınır. Son üç yılda Türkiye genelinde su tarım yılı verilerinde ciddi azalmalar söz konusu.

Su tarım yılı için Türkiye genelinde 1981-2010 ortalaması alınarak bulunan normal değer 195,6 milimetre. 2020 yılı su tarım yılı 153,6 milimetre iken bu senenin tarım yılı 101,1’e düşmüş. Yani yüzde 30’un üzerinde azalma yaşanmış. Marmara Bölgesi’nde su tarım yılı normal değeri 249,9 milimetre. 2020 yılında bu rakam 146,7 milimetre iken 2021 su tarım yılı 135 milimetre oldu. Yağışlarda normale göre yüzde 40 azalma var” dedi

Kapıkıran’ın aktardığı verilere göre Türkiye’deki tarım arazilerinin toplam miktarı 23,2 milyon hektar. Bu miktarın 1940’larda 80 milyon hektar, 70’lere doğru 40 milyon hektar civarında olduğu biliniyor. Günümüzdeki tarım arazilerinin 8,5 milyon hektarı sulanabilir araziyken gerçekten sulanabilen hektar 6,5 milyona tekabül ediyor. Sulama teknolojilerinde bütün dünyanın aksine bizde vahşi sulama yoğun biçimde devam ediyor. Vahşi sulama, toplam sulama içinde yüzde 85’lere varan bir oran alıyor. 

“Kanal İstanbul’la 13 Bin Dekar Tarım Arazisi Yok Oluyor”

Kapıkıran; “Türkiye’de eskiden 140 civarında havza üzerinden çalışmalar yürütülmeye çalışılırken AB uyum süreci çalışmaları sonucunda 26 havzaya dönüştürülmüştür ve bu akarsu havzalarının toplamı 780 bin kilometrekaredir. İstanbul içme suyunu besleyen bütün göllerin ve akarsuların yanı sıra çevresindeki arazilerde tarım arazileridir, meralardır. Sadece Kanal İstanbul projesi ile 13 bin dekar civarında bir tarım arazisi yok oluyor. Yaklaşık 2,500 dekar da mera arazisinin yok olacağını biliyoruz” sözleriyle tarım arazileri ve havzalarını bekleyen tehlikelere dikkat çekti. 

“Su Politikası, Güvenlik Meselesi Olarak Ele Alınmalı”

Şehir Plancıları Odası İstanbul şubesi üyesi, İstanbul Üniversitesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi olan Doç. DR. Sevim Budak, metropol kentler ve onların yaşadıkları su krizleri üzerine yaptığı konuşmasında hala bir su kanununun olmamasının, büyük sorun olduğunu söyledi.

Yaşananların su krizi değil su güvenliği meselesi olduğuna vurgu yapan Budak;Krizler çözülebilir ama güvenlik sorunlarını çözmek için suyla ilgili tüm politika alanlarının, gıda, su ve toprak alanlarının aynı dış politika gibi üst politika alanları seviyesine çıkartılması gerekir ki ancak ondan sonra oraya kaynak aktarılabilsin ve o konu bir ülkenin güvenlik meselesi olarak algılanabilsin. Şu an hala bir aymazlık yaşanıyor. Marmara Bölgesi gibi bir coğrafya, Türkiye’nin amiral gemisidir. Buranın susuz kalması, bir güvenlik açığıdır” dedi.

Tahminlerin, metropollerde artan su ihtiyacı ile giderek azalan temiz su kaynağı eğrilerinin 2030 yılında kesişeceğini gösterdiğini, 2030 yılından itibaren metropollerde çok ciddi bir su kriziyle karşı karşıya kalacağını gösterdiğini ifade eden Budak, “Su güvenliğinde su altyapısı uzun vadeli su güvenliğini sağlamada anahtar rolündedir. Bunun anlamı daha fazla depolama kapasitesi, daha çeşitli su altyapısı, daha verimli su kaynakları kullanımı ve yönetimi, yönetişimin güçlendirilmesi ve daha sağlıklı bilgiler için sürekli yatırımlar anlamına gelmektedir” şeklinde konuşuyor. 

“Mega Projelerle Kuzey Ormanları Ranta Açıldı”

Kuzey Ormanları Savunması adına söz alan Çevre Mühendisleri Onur Küçük ve Esra Balbay, bölgede hayata geçirilen projelerin ekosisteme verdiği zararlardan bahsettiler. Küçük ve Balbay; Üçüncü Havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu, Kanal İstanbul gibi projelerin sonunda bölgenin ranta açıldığını ve ekosisteme verilen tüm zararı yanında oluşması beklenen nüfus yoğunluğuyla bölgenin su kaynaklarında da sıkıntılar görüleceğini söylüyor. 

Esra Balbay; “Kanal İstanbul, Üçüncü Havalimanı ve Kuzey Marmara otoyolu; Kuzey Ormanlarını ranta açmak için düzenlenmiş projelerdir. Güzergah üzerinde birçok arsa satışı geçekleşti. Bu satışlarla birlikte bölgeye 1,2 milyon yeni nüfus gelmesi söz konusu. Bu nüfus artışıyla su kaynaklarımıza yeni yükler binecektir” diyor.

“Sazlıdere ve Terkos Barajları Yok Olabilir”

Bu projeler sonucunda Sazlıdere barajının tamamen yok olmasının söz konusu olduğunu ifade eden Balbay; “Sazlıdere ve Terkos’un yok olması demek İstanbul’un yüzde 29’unun yok olması demektir. Bu da 6 milyon kişinin su ihtiyacına denk gelen bir oran” sözleriyle tehlikenin büyüklüğüne işaret ediyor.  

KAYNAK : WWF

HABER : BÜLENT ÖZGEN

RELATED ARTICLES
- Advertisment - YURT LOJİSTİK Gazete

Most Popular

Recent Comments