Zor bir yıl geçirdik.
Avustralya’da mega yangın felaketiyle başlayan yıl, yüzyılda bir denk gelen küresel salgınla tüm dünyada bir yıkım yarattı.
COVİD-19 pandemisi milyonlarca insana bulaşarak iki milyona yakın insanın yaşamına mal oldu ve kısa zamanda bir sağlık krizinden öte toplumsal ve ekonomik bir kriz haline de geldi. Nitekim bunun küresel ekonomiye bir sonucu olacaktı ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) tahminine göre COVİD-19’un maliyeti yüzde 4,2 daralma ile kendini gösterecek. 2021 için ise büyümenin ivme kazanacağına dair beklentiler yüksek.
Pandeminin hem sağlık açısından hem de ekonomik sonuçları ülkelere ve bölgelere göre ise değişiklik gösteriyor. Küresel ekonomide olduğu gibi ülke ekonomilerinin çoğu yılı küçülme ile kapatacak.
Türkiye de bu ayrışmanın içinde. Şahsına münhasır toplumsal ve ekonomik yapısı nedeniyle pandeminin etkilerini de farklı deneyimleyebiliyoruz. Zaten benim derdim bana yeter dedirtecek bir ekonomik görünümle birlikte gelen salgın 2020 yılını kayıplarla doldurdu. 2021 yılı için ise geriye acı bir reçete bıraktı. İstihdam kaybı, yatırım kaybı, bütçe açığı, cari açık, yüksek enflasyon, yüksek faiz, döviz krizi… Maşallah hepsini bir arada tecrübe ettik/ediyoruz.
Yine de yeni yıl yeni hayaller, yeni hedefler ve yeni başlangıçlar demek. İyi ve güzel şeyler umut etmek insanı yaşama bağlar. Sanırım bunu temenni etmekten başka şansımız da yok.
Gelelim yeni yıl tahminlerimize ve beklentilerimize:
Hem içsel hem dışsal faktörlerde yaşanan gelişmeler 2021 yılına dair hepimizde bir umut doğurdu.
Aşı tarafındaki hızlı gelişmeler şüphesiz ilk olarak gelişmiş ülke ekonomilerini etkileyecek. Ülke olarak her ne kadar aşı tarafında bir gelişme sağlayamasak da gelişmiş ülkelerde yaşanacak olası etkiler bizi de etkileyecektir. Aşılamaya hızlıca başlayan Amerika ve Avrupa bölgesi salgını bertaraf ettikçe, bu durumun bize de az da olsa olumlu katkısı olacaktır.
Türkiye’de 2020 yılına damgası vuran olaylardan biri de yeniden yaşanan döviz kriziydi. TL tarihinin en yüksek değer kaybını yaşadı. Öte yandan yılın son çeyreğinde Merkez Bankası Başkanı ve Ekonomi Bakanı’nın değişiminin ardından yaşanan gelişmeler ise yeni yılı olumlu karşılayabileceğimizin göstergesi oldu.
Nitekim yeni yönetimin hayata geçirdiği iyileştirmeler ile Euro yılın son günlerinde 20 Kasım’dan bu yana ilk defa 9 TL’nin altına geriledi. Dolar da 7,35 TL seviyelerine indi. Türkiye’nin risk primi(CDS) 2020’de 652 puana kadar çıkmıştı. 2021’e girişimizle bu puan da 306’ya kadar geriledi. Bu yüzden 2021’de de beklentimiz faizlerin yükselmeye devam etmesi. Çünkü TL’de yeniden güven inşa etmenin yolu buradan başlıyor.
Gelişmiş ülkelerde Covid-19 krizinin etkilerini hafifletmek için sağlanan yüksek kamu destekleri gelişmekte olan ülkelerde pek mümkün olmadı. 2021’de beklenen hızlı toparlanma düşük gelir gruplarında pek kolay görünmüyor. Türkiye de bu anlamda güçlü bir paket ortaya koyamadı. Bundan sonrası için pandemiden en çok etkilenenlere yönelik en etkili politika araçları kullanılmak zorunda.
Özellikle 13 Nisan tarihli yazımda da belirttiğim gibi Covid-19 krizi Türkiye’nin işsizlik sorununu daha da derinleştirdi. Her geçen gün istihdam edilen nüfus azalıyor. 5 milyon 760 bin genç ne istihdamda ne de eğitimde yer alıyor ve bizdeki veriler 3 ay geriden geldiği için salgının istihdam üzerine etkilerini tam anlamıyla 2021’in ilk çeyreğinden sonra anlamış olacağız. Nisan-Mayıs aylarından sonra ikinci kapanmayı yaşadığımız şu günlerin yarattığı istihdam kaybının sonuçlarını henüz bilmiyoruz. Şu anki tabloda genç işsizlikte yüzde 24,3 oranıyla, OECD ortalamasının (yüzde 14,27) oldukça üstündeyiz.
Öte yandan, istihdam içerisinde yer alan yani sigortalı çalışan sayısının yüzde 41’i ise asgari ücretli. Bunu da SGK’nın 2016 yılı verileri söylüyor(güncel veri yok). Son yıllarda bu oranlar ne oldu bilmiyoruz ancak sendikaların araştırma raporları tablonun git gide asgari ücretli çalışanlar tarafında ağır bastığını gösteriyor.
Geçtiğimiz hafta 2021 yılı içinde uygulanacak asgari ücret yüzde 21,56 artışla 2.825 TL’ye yükseltildi. 500 TL’lik bir artışla enflasyon puanının da üzerinde bir artış sağlanmış oldu. Ancak Türk-İş’in araştırmasına göre; 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.590 TL, bekar birinin minimum yaşam maliyeti 3.146 TL, yoksulluk sınırı ise 8.436 TL. Yani Türkiye’nin istihdam içerisinde yer alan nüfusunun bile en iyi ihtimalle yarısına yakını ya açlık ya da yoksulluk sınırında. İstihdam dışında kalanları henüz hesaba katmadan bu sonuca ulaşıyoruz. Kısacası, Covid-19 krizi hiç yaşanmamış dahi olsaydı Türkiye’nin kemikleşmiş sorunları yine kendini gösterecekti. Pandemi yalnızca yaşanacak hasarı şiddetlendirdi.
Bakalım 2021 bu sorunlara derman olabilecek mi? Her şeye rağmen 2020’in son aylarında aşıyla birlikte içeride yaşanan koltuk ve politika değişiklikleri bir iyileşme gösterebileceğimize dair umut oldu. Ama hala yolun başındayız. Hem hızlı ve etkili aşılama hem de hayata geçirilmesi elzem olan yapısal reformlar kendini göstermezse zor bir yıl değil zor yıllar bizi bekliyor demektir.