Yasama…
Yürütme…
Yargı…
ve Basın…
Bunlar demokrasilerin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığı ilkesini ifade eder.
Demokrasiyi ayakta tutan Yasama, Yürütme, Yargı ve Basın; sistemin sağlıklı işleyişi için birbirini denetler. Güç, bir kişinin elinde toplanmayınca herkes eleştiriye açık, daha hoşgörülü bir hale dönüşür ki; Bundan da en karlı çıkan ise yönetilen vatandaşlar olur.
Demokratik sistemleri oturmuş toplumlarda huzur vardır…
Çünkü;
İktidarlar değişse de kurallar değişmez!
Dini inançları yüzünden kimse dışlanmaz. Yasalar herkese eşit uygulanır!
Yerli ve yabancı yatırımcı her şeyin sistemli bir şekilde çalıştığı ülkeye yatırım yapmaktan kaçınmaz. Yatırım ve üretimin olduğu ülkede ise işsizlik ve enflasyondan bahsedilmez!
İşte o ülke, ürettiklerini satarak daha zengin hale gelir.
Böylece dünya ülkeleri arasında daha saygın bir yere oturur. Herkesten itibar görür
***
Peki, bunlar olmazsa ne olur?
Keyfilik ön plana çıkar!
İktidarda olanlar, yasalar üzerinde sürekli değişiklik yapar!
Güçlü olanın, haklı olduğu dönem başlar! Yapılan eleştiriler iktidarı rahatsız eder.
Bu durumu gündeme getiren gazeteciler, günah keçisi ilan edilir.
Ya çalıştıkları iş yerlerinden kovdurulur, ya vurdurulur, ya da hapse attırılır…
Böylece gerçeklerin üstü kapatıldığı(!) sanılır.
Ama ne olursa olsun güneş balçıkla sıvanmaz!
O ülkenin parası değersizleşir, halk fakirleşir. Ne yerli yatırımcılar, ne de yabancı yatırımcılar o ülkenin yönetimine güvenmedikleri için ekonomisine para yatırmayı düşünmez. Çünkü yapacakları yatırımın karşılığını alamamaktan ve paralarını kaybetmekten korkarlar.
Yatırımın ve üretimin olmadığı yerde işsizlik ve hayat pahalılığı can yakmaya başlar.
İthalat ve İhracat arasındaki makas açılır. Ülkenin kasasında “kara gün” için tutulan dövizler buharlaşır. Hele hele “Devlette itibardan tasarruf etmeyiz” anlayışı varsa, yeni vergi artışlarına imza atılır. Aylardır siftahsız hayat mücadelesi veren işyerleri bir bir kapanır. İşsizler ordusuna yenileri katılır, işler arap saçına döner.
Tarihten ders almayanlar tarafından yönetiliyoruz.
Millet kuru ekmeğe muhtaç haldeyken, gerçekleri duyurmaya çalışan gazetelere, televizyonlara baskı uygulanıyor. Böylece sorunların çözülmüş olduğuna(!) inanılıyor.
Sormak istiyorum;
Merkezini Bursa’dan İstanbul’a getiren OLAY TV neden 26 gün yayında kaldıktan sonra ekranlarını kararttı? Neden?
Sahiplerine ne denildi?
Bu kendi kararları mıydı?
Çok yazık!
***
Türk Basın’ı ilk sansür uygulamasını 10 Mayıs 1876 tarihinde yaşamıştı.
Mahmut Nedim Paşa tarafından çıkarılan kararname ile Osmanlı Basınında çıkan yazılara sıkı bir denetim getirilmişti. Çoğu gazeteler, süreli ve süresiz olarak kapatılsa da basın disiplin altına alamamıştı.
Osmanlı Sarayı’nın yasakçı paşasını şimdi kimse anmıyor!
Ama, Modern Dünya’nın eşsiz lideri; Devletimizin Kurucusu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, sonsuza kadar yüreklerimizde yaşayacak.
Çünkü o dönemde bile Atamızın Basın hakkındaki sözlerine bakar mısınız?
Hala üstüne bir şey söylemek mümkün değil!
“Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir” (1922)
“Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir.” (1925)
“Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır” (1929)
“Gazeteciler, kanunun ve umumun menfaatlerinin aksine muamelelere şahit ve vakıf oldukları takdirde gerekli yayında bulunmalıdır” (1923)
“Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz” (1923)
Demokrasiyi, Cumhuriyet’i ve Basın Özgürlüğünü içine sindirebildiği için o eşsiz insana, Başkomutan, Başbuğ, Başöğretmen ve Atatürk denilmiş.
Onun için sonsuza kadar gönüllerde yaşayacak Atatürk!
Anladınız mı? şimdi…